1 Mayıs 2013 Çarşamba

Eskiye Özlem Yeni ile Gideriliyor

Onlarca internet sitesi, onlarca yeni resim, yüzlerce yorum ve tek bir dünyayı daha da bütünleştiren akıl almaz hız. İnsanlığın buna gereksinimi var mıydı? Olmazsa olmaz düşüncelerimiz, keşiflerimiz nasıl olur da daha on sene önce olmayan buluşla yeniden şekillenir? Artık hepimiz herhangi bir ekranın içinden dünyayı avucumuzda sanıyoruz (ki öyle).

Artık eskiye olan özlem, yeni icatlarla anlamsızlaştı. Dediklerimiz de samimi değiliz hiçbirimiz. Çünkü eski güzeldi demenin ve bunu paylaşmanın, yanına yandaş toplamanın belki de en hızlı yolu artık yenide saklı. İnsanlara artık hep evde oturup bir bilgisayarın başında zaman geçiriyorsun diyemiyoruz, çünkü bilgisayarlar biz dışarıdayken de yanımızda. Hiç bir çıkar yol yok, teknolojinin kıskacından kurtulmak için.

Mutluysak, paylaşmak isteriz. Paylaşmak demek, ne kadar çok kişiye söylersen o kadar mutluluk demektir. Hiç kimse, ufak bilgisayarlarımızdan bizi ayıramadığı gibi, onların insanları asosyal yaptığından da söz edemez. Sosyal olmak veya asosyal olmak, her ne kadar dışarıda (sokakta) olmakla alakası varsa, bir o kadar da yeni  kavram kalıplarıyla çok değişti. O insanlar, hem 'sokakta', hem bilgisayar başında.

Çevremizle ne kadar etkileşim halinde isek, dünyayı da o kadar çabuk kavramak istiyoruz. Bir halk kahvesinde mi oturuyoruz, bunu bizden kilometrelerce uzaktaki dokunmadığımız 'arkadaşlarımızın' bilmesi, yorumlaması bize haz veriyorsa. Buna karşı değilim.

Ben eskiyi yeni ile harmanlayan küçük ve taşınabilir aygıtların sosyalliğin tanımını değiştirdiğini yaşayan bir neslin çocuğuyum.

7 Ekim 2012 Pazar

Son Ada

Yazacaklarım ne ilk, ne de son. Sadece bir kitap. Okuyun veya okumayın, aslında hepinizin bildiği bir roman, bildiği bir hikaye. Hem de yaşadığı bir hikaye.

Ve bir kitabı en güzel, en basit şekilde anlatan tek bir paragraf. Çok şey anlatıp üzerine yorum yapılamayacak bir paragraf:

"Şimdi buradayız işte. İşlediğimiz günahların kefaretini ödüyoruz. Bir adam tarafından kandırılmaya izin vermiş, onun peşine körü körüne takılmış olmamızın kefaretini; başkaldıran insan tanımını unutma, bencillik, öngörüsüzlük, vurdumduymazlık, diktatöre boyun eğme, küçük hırslarımıza kapılma günahlarının kefaretini. Gündelik yaşamımız içinde küçük boyun eğişlerimizden oluşan, küçük günahların hikayesi bu." (sf. 221, Remzi Kitabevi)

23 Eylül 2012 Pazar

Ayna



Kimse henüz göstermemişti kendini. Ağacın arkasında saklandıklarında kimin ilk kendini feda edeceğini düşünüp çevrelerine bakındıkları bir sırada çalılardan ilk ses geldi. Ve bu ses rüzgar değildi, eminlerdi. Umdukları tek şey, sevdiklerinin ve sevgililerinin olmamasıydı.

Bir tepeydi ya orası, nedense o tepeyi seçmişlerdi. Tepe kel ve kurumuş çimenlerle, otlarla kaplıydı. Tepenin dört bir tarafındaki yamaçlarda ağaçlar başlıyor ve sık çam kokuları tepenin doruğuna kadar ulaşıyordu. Zirveden, her yer o kadar aydınlık ve berrak görünüyordu ki, oraya çıkılsa ilk yapılacak şey etrafın bu kadar sessiz, uçsuz bucaksız olmasına şaşkınlıkla bakmak olurdu. O tepeye aşağıdan bakanlar her taraf kel yamaçlar ve tepelerle dolu hissederken, o tepeye çıkanlar için dünya merkezine kadar çam ağaçlarıyla kaplı sanırdı.

Yanılmamışlardı, ağaçların yapraklarını kıpırdatan şey rüzgar değildi artık. Bazı şeyler bir kez olurdu biliyorlardı, ve artık geri dönüşü yoktu. Tek yapmak, kaçırmamak istediklerini izleyebileceklerdi. Dört bir taraftan yayılan heyecanı hisseder gibi herkes çevresine çekingen ama dikkatli bakıyordu.

Her şey birden bire oldu derler ya, gözümüzle yakalayamadık, ruhumuzla hissedemedik ve hayatın onlara sormadan verdiği cevaplardan şikayet ederek her şeyi reddederler. İşte tam öyle bir anda olmuştu olanlar, talihin değiştiği yer değil ama bakış açılarını değiştirecek tek yer olan ufak bir tepe idi orası. Ve orada şu an gördükleri, hayallerinde, rüyalarında ve bir çok yerde gördüklerinden çok farklı değildi, orasını farklı yapan tek şey aslında her an gördüklerine farklı bir bakış açısıyla yaklaşabilmeleriydi.

Ayna:
Evimizde günlük olarak kullandığımız, bakış açımızı değiştiren ama aslında her şeyi olduğu gibi gösteren tek obje, bakış açısını somut yapan tek nesne.

Olduğu gibi dümdüz, ama farklı bir bakış açısından...

İşte bu yüzden biz her zaman AYNA ARIYORUZ!